Uluslararası Ağrı Araştırmaları Birliği (IASP)’nin resmi tanımına göre; var olan ya da olması muhtemel doku hasarına eşlik eden veya bu hasarla tanımlanabilen; hoş olmayan, duyusal ve duygusal deneyime ağrı deniyor.
Ağrı nasıl oluşur? Ya da nasıl hissedilir?
Vücudumuzun neredeyse tamamına yayılmış ciddi bir ağrı ağımız var. En uç noktada ise reseptör (almaç) adlı yapılar var. Olayı başlatan nokta burası. Bu sensörler uyarıldıklarında… diye başlayan bir cümle hemen şu soruyu akla getiriyor: Nasıl uyarılır bunlar?
Bir nevi hırsız alarmı gibi düşünün, kapalı dükkân içinde kamera açısı dâhilinde hareket eden nesne hırsız alarmını uyarır. Yangın alarmlarının ısı artışı ya da duman miktarının artışı ile uyarılması gibi, bu reseptörlerde kendi bölgelerinde, hassas oldukları, olmaması gereken şeyler tespit ettiklerinde olaydan merkezi haberdar ediyor.
Olmaması gereken şeyler neler?
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Ağrıyı tetikleyen olay bradikinin, seratonin, histamin gibi maddelerin salınımına neden oluyor. Bu kimyasal maddeler tarafından harekete geçirilen reseptör uyarıyı aldığında, alarm durumuna geçer. Bu bilgiyi çoğu sadece bu görev için bulunan sinir lifleriyle merkeze doğru iletir.
Bu iletim bile üzerine kitap yazılacak bir konu. İleten lifler miyelin kılıfla kaplı olması ya da olmaması, miyelinlilerin iletim hızı saniyede şu kadar metredir denecek kadar mevzu incelenmiş.
Karıncalanma tarzı ağrı varsa görev yapan lifler saniyede yaklaşık bir metre hıza ulaşırken, ani, batıcı ağrıları ileten lifler saniyede 30 metre yol alabilecek sürate ulaşabiliyor.
Sonraki istasyon: Medulla Spinalis (omurilik).
Yaklaşık üç tabakalı bir iletimle beyinde talamus denen merkez uyarılıyor ve bu sayede siz problem hissedilen bölgenizi lokalize ediyor ve doğru tarif edebilirseniz direkt tanı koyacak şekilde doktorunuza anlatabiliyorsunuz.
Bazı insanların ağrı eşiğinin yüksek olması (canı pek, ağrıya dayanıklı) ya da bazı insanların canı tatlıdır, “en ufak bir problemde ortalığı yıkar” olarak tanınmasının küçük bir açıklaması bu reseptörler ve liflerin yapısı, sayısı ve dağılımı ile ilgilidir. Büyük açıklamayı ise psikiyatristlere havale ediyoruz.
Akut, anlık hissedilir. Acı duymak dense belki daha kolay anlaşılır. Çivinin batması, yanık gibi ağrılar. Olayın vuku bulması ile hissedilmesi arasındaki süre 0,1 saniye (saniyenin onda biri) hemen alarm çalar. Sadece o bölge ile kalmaz, bir anda bütün vücutta ısı artar, kalp çarpıntısı olur, tansiyon yükselir. Sonra çekinme hareketi ile uyarandan uzaklaşılır.
Kronik ağrı daha çok organları ilgilendirir. Nispeten yavaş iletilir ama süreklilik söz konusudur. Sızı tarzında ve uzun sürer. Ağrı bir hastalığın alarmı olmaktan çok kendi başına hastalık anlamına gelebilir. Tanısı ve tedavisi zordur.
Yansıyan ağrı, kısa vadede kafa karıştırmasıyla bilinir. Belli organlardan çıkan lifler bir müddet birlikte hareket ettikleri için komşuluk yoluyla bir bölgenin ağrısı başka bir yerde algılanabilir. Diş çürüğü olan biri kulak iltihabı zannedilip antibiyotik kullanabilir, bu kötü bir durumdur. Fakat asıl kâbus, sol çenede, boynumda ağrım var diyen hastaya ağrı kesici verip altta yatan asıl sebep olan Miyokard enfarktüsü (kalp krizi) tanısını atlamak olur.
Sağlıkçı olmayan birinin anlamakta en çok zorlanacağı tip ise “Fantom ağrısı”dır. Hasta senelerce ayağındaki yaralar nedeniyle ağrı çeker, sonunda yaralar kangrene döner. İlaç tedavisi yetersiz kalır, ayak kesilir. Aylar sonra hasta hala ayağının ağrıdığını söyler. Olmayan organın ağrısı olur mu?
Senelerce hafızaya kaydedilmiş ağrının yadigârıdır bu olumsuz his. Neticede ağrı sübjektif (nesnel) bir duyudur. Ağrım var diyene “yok senin ağrın” demek mümkün değil. Vücut ısınız ölçtük 38 derece demek kadar kolay değil burada işler.
Peki, ağrıyı keselim mi?
Bazen dünyadaki en sevimsiz tecrübeniz olan ağrı görüldüğü gibi sizin yararınız için çalışan bir uyarı sistemidir. Apandisit oldunuz, şiddetli, kıvrandıran bir ağrı olmazsa hastaneye gitmezsiniz tabii olarak. Sonuç; appendix denen organınız patlar, vaktinde gidilse ilaçla ya da basit bir ameliyat ile düzelecek hastalığınız belki de mevtinize sebep olur.
Diş ya da kulak ağrısı gibi tahammülü güç durumlar erken dönemde sizi hastaneye götürmese beyin apsesi ya öldürecek ya ölümü istetecek dertlere neden olacaktı.
Bu sebeple ağrıyı kesmek değil, nedeninin tedavi etmek esastır. Bunun önce bir adını koymak, istirahat, serum, medikal ya da cerrahi tedavi ilh. sonra da neyse gereğini yapmak icap eder.
Ama aşina olduğumuz; 12 saat araba kullandıktan sonra olan bel ağrısı, gürültülü soğuk ortamda geçirilmiş saatler sonrası hissedilen baş ağrısı için, ağrı kesici hap kullanmak bir seçenek olabilir.
Bu ilaçlar genel olarak organda meydana gelmiş inflamasyonu (iltihabı) baskılayarak ağrı duyusunun, oluşum yerinde kalmasını sağlıyor. Daha nitelikli ve heyet raporu ya da uzman hekim tarafından reçete edilenler ise yukarıda anlattığımız mekanizmanın daha üst aşamalarını bloke ediyor.
Ameliyat öncesi yapılan anestezi ise çok daha teknik bir şekilde iletim yollarını ve beyinde ağrıyı algılayan merkezleri uyuşturuyor. Ama hepsinin bir süresi var, geçirilen ciddi bir ortopedi ameliyatından uyandıktan 2 saat sonra neredeyse ağrı olmazken, o günün gecesi hasta için “şeb i yelda” olabilir.
Mesajımız? Ağrı hissini önemseyelim, süre uzuyor, ağrı tekrarlıyorsa ya da ilave şikâyetler varsa ağrıyı geçirmek değil, sebebini bulup tedavi etme gayretinde olalım. Bu kadar faydasına rağmen yine de ağrısız günler dileriz…
Yayınlanma Tarihi: 20-12-2024
Kategori: Genel